16 Mayıs 2012 Çarşamba

İstanbul'da Yağmur

İstanbul yine sırılsıklam. İstanbul ağlıyor, İstanbul'un derdi başından aşkın. İnce damlalar kaldırımların arasında süzülürken. Yağmur yer yer su birikintisi yaparken sokaklarda. Yüzümü döndüm yağmura. Minik damlaların yüzüme konup oradan süzülerek aşağı inmesi... "Yaşıyorum." demek için mükemmel bir an. Dışarıda elleriyle kafalarını siper etmiş koşan insanlar. Dışarıda şemsiyeler açılıyor. Dışarıda ıslanmış bir köpek yavrusu. Saf, minik bir o kadar da sevimli... Şemsiyelerinin altına sığınan insanları izliyor. Şemsiyeler. Saflıkla aramızdaki bir barikat gibi... Şemsiye, samimiyetsiz ve gösterişli. Neyi düşünerek şemsiye kullanırız ki sanki biz yağmurdan daha temizmişiz gibi...
Yağmur kadar saf, temiz bir şey gördüğümüzde çekemememizden midir ki yağmurdan uzak kalmamız. Kıskanıyor muyuz yağmurun berraklığını, şeffaflığını... Korkuyor muyuz ki saf, temiz, dobra yağmur gibi oluruz diye. Yağmur kadar sadık, yağmur kadar doğru olmayı istemek varken...




13 Mayıs 2012 Pazar

Bazen Öyle Dolar Ki İnsan...


Yorgun bitkin bir günün sonunda orada burada uyuklarken gideyim en iyisi yatayım düşünceleriyle etrafınız kaplanır ya hani... Gidersiniz yatağın içine girersiniz, elinizi kaldıracak haliniz yok başınız da ağrıyor üstelik. Kendinizi uykunun şefkatli kollarına teslim etmek için yanıp tutuşursunuz fakat yatağa girip kendinizle baş başa kaldığınızda garip düşünceler silsilesi puslu bir şekilde etrafınızı kaplar. Oda belli bir sıcaklıktadır fakat siz bunalırsınız. Sanki etrafınızı yoğun bir duman kaplamış gibi nefes almakta zorluk çekersiniz ve o duman gibi adeta burnunuzdan içeri giren, baş ağrınıza katkıda bulunan düşünceler; kulak uğultuları ve göz yanması... Uyumak bu kadar zor gelir bazen insana. "Ben ne yapıyorum?" dersiniz. "Ne için ve kim için yaşıyorum?" yaptıklarınız birer birer önünüzde sıralanıverir bir anda. Düşünmemeye çalıştıkça o matkap gibi beyninizi delen sesler peşinizi bırakmaz. Üstelik ertesi gün saatlerce çalıştığınız matematik yazılınız vardır. O an bir kürek olsa beyninizi boşaltmak istersiniz onunla. Düşünmemek, hissetmemek; yalnızca uyumak, dinlenmek. Önemli olan bilip bilmediğin değildir çünkü aldığın nottur. İnsanların seni nasıl gördüğüdür ne olduğun değil. Belki herkesten daha iyi bildiğin şeylerde tökezlersin, durup sana gülmelerini izlersin. Umursamaz bir görüntü sergilemeye çabalarsın. Aldığın ilaçlarla farklı bir kişilik oturtturursun önlerine. Beynin, kalbin zaten kapalı bir kapıdır ve içeri kimseyi almazsın. Aileni bile... En yakın sandıkların bir anda en uzak oluverirler sana. İnsanlara kendini göstermekten korkarsın. "En azından ben olmayan birinden nefret ediyorlar, ya beni tanımalarına izin verseydim ve benden nefret etselerdi!" işte bu şekilde düşünerek, bu düşünceye göre yaşarsın çoğu zaman. Başka birinin hayatını yaşıyormuş gibi... Korkuların paranoyaya dönüşür. Kimseye anlatamadığın şeyler büyüdükçe büyür. İçinde kalan sıkıntılarla boğmaya başlarsın kendini. "Sabret ve sus!" hayat felsefen olur. İnsanlar seni sadece çocuk gibi her şeye gülerken görür. Yine bir çocuk gibi en ufak bir şeye ağlarken... En ufak şeylerde taşan sabrın patlak verir. Sulugöz olursun ya da kikirdek... Herkesin dertleri, sıkıntıları vardır ama kimse başkasını anlamak istemez. İçinde boğulursun, hep kendine anlatırsın. Dinlemek istersin ama kimse sana anlatmaz. Dinlemeyi bir kaçış olarak görürsün, karşındakine yardım ettikçe, onu hafiflettikçe sen de hafiflersin sanki. Onlar dinlemeyi sevmezler, farklı olduğun için 'meraklı' olursun. Onların senin iç sıkıntını görmeleri işine gelmez bu yüzden 'umursamaz' olursun. Artık yorulursun en ufak dikkatsizliğinde 'boşboğaz' ya da 'çocuk gibi' olursun. Kendini "Sana ne?" demeye alıştırırsın. Korkuların üstüne üstüne gelir. En ufak patlamada köşe bucak saklanırsın. İnsanların sahte samimiyetinden korkarsın iyice. Uzaklaşmak için elinden geleni yaparsın. Kalbine kalın duvarlar örüp, dikenli sarmaşıklarla süslersin. Yaklaştırmazsın, sevmelerine izin vermezsin, zaten sevmeyeceklerini düşünürsün seni olduğun gibi... Sabır dibinde bağlı olduğun bir havuza benzer bazen. Ya taşacak ya boğulacaksın!
 Sonra birini tanırsın. Garip bir şekilde seni tanımasını istersin. Gerçek olan seni. Ancak o seni tanımakla pek alakadar değildir. Hırçınlaşırsın. Saldırgan olursun birden, seni tanıması için zorlarsın onu. Başarılı olabilirsen kısa süreliğine aydınlığı hayal edersin, eğer başaramazsan sonsuza kadar kendi alacakaranlığına dönersin. Tekrar korkarsın, tekrar üzülürsün ve tekrar tekrar yıpranıverirsin... Uyku da imkansız bu dünyada uyanmak da.